BUMERANG

Bumerang - Yazarkafe

3 Nisan 2013 Çarşamba

Her şeyi bulup da kendini kaybettiğin şehir: İstanbul!

İstanbul..


Üzerine ne şiirler, ne şarkılar yazıldı; ne resimler yapıldı..
Her gelen kendinden bir parça buldu, her giden kendinden bir parça bıraktı.
Direndi İstanbul, çok eski zamanlardan bugünlere geldi, bize kadar ulaştı.


Sembol binalarıyla, boğazıyla, simidiyle, çayıyla, martısıyla.. Artısıyla eksisiyle İstanbul bir aşktır!


İstanbul amaçtır!
İstanbulmak ise çok kıymetlidir; zira İstanbul her şeyi bulup da kendini kaybettiğin şehirdir!


Eminönü alt geçidinde "Nerden geldim bu şehire!" dersin, iki adım sonra balık-ekmeği şalgamla taçlandırır, afiyetle yersin..
İstanbul, sen tezatınla güzelsin.
Seven böyle sevsin!
Bazen tonlarca para döktürürsün boğaz kenarındaki bir balık restoranında, bazen en büyük mutluluğu verirsin bir akbil parasına..

Eminönü İskelesi'nden bir kere bastın mı akbilini, git gel Kadıköy'e hiç inmeden.. Yine boğaz, yine deniz, yine deniz kokusu.. Martı uğultusu, karın gurultusu!


Sahi acıktıysa karnın bir simit bir de çay kadar uzaktır sana tokluğun. O mideyi mezelerle başlayan, ara sıcak ve ardından ana yemekle devam edecek şekilde içkini yudumlayarak, müziğini dinleyerek, tatlını yiyerek de doldurabilirsin, seçim senin, seçim senin cebinin! Ama herkesin kesesine hitap eden -bakınız bazen keseyle gönülden gelen uyuşmayabilir bunu da göz ardı etmeyelim:)- "Mutluluk verici olgular"ın var.


Ne ararsam sende var da bir ben yokum.. Ne zaman bütünleşirse ruhum tümüyle seninle işte o zaman ben varım, ben de varım! Yaşamaya, sevmeye, yemeye, içmeye, gülmeye, soğuğundan titreyip, sıcağından kavrulmaya..
Trafiğine lanet okuyup, yine de seni terkedemeyenler konuşsun!
Kuyruklarında illallah edip de köyüne dönemeyenler açıklasın!
Kendi arabasının dışını çöp tenekesi sanıp da elindekini camdan fırlatanlarsa ayağa kalksın tek ayak üstünde dursun gün batana kadar!
Şuralıyım buralıyım diye övünürken, seni benimseyemediğinden sana iyi davranmayanlara isyanım!
Ekmeğini yiyip hor gören binalarını, har vurup harman savuran kaynaklarını, ezen çimlerini, döken o güzel simlerini..


Neyse, herneyse!
Sen her halinle güzelsin.
Bazen şımarık bazen naifsin.
Kansın, cansın, iyi ki varsın!
Olsun varsın çemkireni de bağrına basarsın.
Karışıksın ama kendinle de barışıksın.
Sen zaten bizim gibilere alışıksın.
Kimler geldi, kimler geçti; çeşmelerinden kimler su içti.
Yağmurunda şemsiyesiz kalayım, eğri büğrü sokaklarında kaybolayım!


Bu kadar bina kalabalığı içinde hala köprü altlarında, banklarda yatan evsizlerine şaşırayım.
Şaşırıyorum..
İçmeye ayranı olmayanların, markalarla dans edişine şaşırıyorum!
Sümüklü, sefil çocukların Canonlarla Nikonlarla fotoğraflarını gururla çekip,  başını okşamadan, harçlık vermeden çekip giden zihniyete şaşıyorum.
Gecekondu mahallelerine gündüz gözüyle konan jenga misali evlerdeki lüks ile arka mahalledeki varoşlarının fukaralık çatışmasını hayretle izliyorum.
Bazı şeyleri de senden gizliyorum. Mesela sosyetik güzellerin Mahmutpaşa'nın 'çakma' çantalarından nasiplendiğini, kaliteli parfüm şişelerinim içinde doldurma parfüm olduğunu, dilencilerine kendi vicdanlarını rahat ettirmek için sadaka verildiğini, herkesin birden fazla yüze sahip olduğunu falan..
Herkesin koşa koşa sana gelip saya söve senden yine de  uzaklaşamadığını biliyorsundur.


Canın sağolsun!
Onca küfürü yiyip yine de maça devam eden hakem gibisin, ama fırsatını bulunca da kaplan gibi kükrersin!
Seni seniii, seni gidi badem ezmesi, kaymaklı lokum, yalancı tavuk göğsü senii.



Beni gidi Ninü beni! İstanbulamaç ettin beni!
Amacım sendin ilacım sen oldun.
Koklanmış bir orkide gibi hemen soldun ama telaşlanmadım. Bildim yeniden açağını.
Kaldırımlarına sıkışan, tinerle yıkanan bir travesti topuklu ayakkabısının anında bastırdığın yağmurunla yıkanıp arındığını bilirim.
İçkili mekanların çıkışında bekleyen çiçekçilerden değil çiçeğin, çalgıcılardan değil şarkın.


Bir başkadır senin melodin.
Var kendine ait bir ritmin.
Çalıp söyleyen de var, çalıp kaçan da.. Kap-kaç! Vur-kaç! Sat-kaç!
Avucunu aç da belki bugünün nasibini çıkarırsın.
Sokak müzisyenlerinle daima yüreğimi acıtırsın. Bir taraftan çeşitliliktir diğer taraftan trajikomik.. Neden müziğini sokaklarda yapar insan? Zevkine olsa can feda.. Yerde mendil, şapka ya da enstruman kılıfı varsa, demek ki ihtiyacı var bu müzisyenin paraya derim. Bahşiş bırakırken hem utanırım, hem gerilir.. Müziği dinleyemeden uzaklaşırım.


Bir İstiklal Caddesi kadar içindeyim hayatının.
O cadde ki bir aşure çorbası! Tatlısı, tuzlusu, ekşisi, bakliyatı, baharatı, meyvesi hepsi bir arada, hem uzaktan bir karmaşa, hem yakından bir bütünlük arzeden, çok lezzetli bir caddedir.
Ben şahsen yemelere, pardon gezmelere doyamıyorum.
Her gün başka bir sokağını başka bir mekanını keşfediyorum.


İstiklal Caddesi İstanbul'un fragmanı gibi, adeta kısa bir özeti.
Ve yine herşeyi bulup kendini kaybedebilirsin.
Eski tabirle küfelik bugüne uyarlarsak sarı dolmuşluk olur çıkarsın.
Kafan güzel diye de bir güzel dolandırılırsın. İşletmeciler ayık insanı başka, sarhoş insanı da daha bir başka kandırıyor! Lüks bir restoranda alengirli bir salata yiyeceksin diyelim, onun karı kıvırcığı az yıkamak -sudan tasarruf hesabı- , alkollü bir mekanda bir tabak beyaz peynire 100 TL yazarlar yeri gelir, az daha versek ineği alır kendimiz üretirdik dersin.


Bir kaç günlük tatillerde kaçıp gitmek isteyenlerinle, memleket memleket deyip köyüne gittikten 6 gün sonra seni özleyenlerinle, köyden daha köylerin, metropolden daha metropol halinle, gecekondularınla, gökdelenlerinle, şalvarınla, taytınla, sandalınla, yatınla, doğan görünümlü şahininle, jaguarınla, mangalınla, steakhouselarınla, sokak köpeğinle, fifinle, odacınla ofisboyunla bir bütünsün, en güzel mozaiksin.


Eminönü'nde balık-ekmeğim, Bebek'de badem ezmemsin. Çengelköy'de Çınaraltı'nda kahvaltım, Kanlıca'da yoğurdumsun.
Beyoğlu'nda clubım, Eyüp Sultan'da türbemsin.
Sabırtaşı'nde içli köftem, Unkapanı'nda tavuklu pilavımsın.


Galata Kulesi'nde martım, Yeni Cami önünde güvercinimsin.


Ortaköy'de incik boncuğum, Kapalıçarşı'da mücevherimsin.
Sultanahmet'te turistim, Sirkeci'de hammalımsın.


İstinye Park'da sosyetik organik çileğim, Fatih Çarşamba Pazarı'nde köy peynirimsin.
Balat'ta amatör fotoğrafçım, Emirgan'da lale avcımsın.
Sen benim doğduğum, büyüdüğüm şehirsin..
Yanımdayken bile özlediğim sevgilimsin.
Kim ne derse desin bir fenomensin.
Beğenmeyen varsın gitsin, kalan sağlarsa.. bizdensin!
İnstanbulamaç ettim herşeyi yazdıkça.
Karmaşanın ahengi, entropisi bir başka.
İstanbul amaç, bazen bulamaç, bul da amacını öyle gel, İlle İstanbul da bul demiş şair, İnstanbulamaç hayırlı olsun demiş Nilgün Sultan!




Bundan kelli, olayımız belli, geziyoruz, tozuyoruz, yiyoruz, içiyoruz, keşfediyoruz,tanıyoruz, kayboluyoruz, buluyoruz, öğreniyoruz İstanbul'u, YAŞIYORUZ!

Kalın sağlıcakla, afiyetle...

Eyvallah..

Nilgün Sultan KARAKAŞ













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder